İlk başlarda, her şey sıradandı. Uyandığında vücudunu hareket ettirememenin verdiği korkuyu herkes yaşamıştır. Ama benim yaşadıklarım bundan çok daha fazlasıydı. Ben bir karabasanın pençesine düşmüştüm ve ondan asla kurtulamayacaktım...
Adım Cem. Yirmili yaşlarımın sonlarındayım ve İstanbul'da yalnız yaşayan bir öğretmenim. Her şey, taşındığım yeni evde başladı. Eski ve kasvetli bir apartmanın en üst katında, ucuz olduğu için tuttuğum dairede ilk gecemi geçiriyordum. Yatak odama geçtiğimde içimde garip bir huzursuzluk hissettim. Perdeleri çekip yatağa uzandım, ancak uykum bir türlü gelmiyordu. İçimdeki rahatsız edici his, sanki biri beni izliyormuş gibi artıyordu.
Gece yarısını çoktan geçmişti. Odanın içi, sokak lambasının loş ışığıyla hafifçe aydınlanıyordu. Tam gözlerim kapanmak üzereyken, göğsümde korkunç bir ağırlık hissettim. Gözlerimi açtığımda, hareket edemediğimi fark ettim. Sesim çıkmıyordu, kollarım ve bacaklarım kilitlenmişti. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Karanlık tavanın köşesinde beliren bir gölgeyi fark ettiğimde, içimdeki korku tarifi imkânsız bir boyuta ulaştı.
Bu gölge, yavaş yavaş şekil alıyordu. Önce uzun, bükülmüş kolları ortaya çıktı. Sonra sivri parmakları… Yüzü yok gibiydi, ama varlığını iliklerime kadar hissedebiliyordum. Varlığı, karanlığın en derin noktalarından sızan bir kabus gibiydi. Göğsümdeki ağırlık daha da arttı, nefes almakta zorlanıyordum. Bu şey bana doğru eğildiğinde, kulaklarımda uğursuz bir fısıltı yankılandı:
“Beni hatırladın mı?”
Tüm gücümü toplayıp haykırmak istedim ama sesim çıkmıyordu. Zihnimin derinliklerinde beliren eski anılar, korkuyla yüzeye çıktı. Çocukken yaşadığım bir başka karabasan… O zamanlar da bu şey beni ziyaret etmişti, ama yıllardır unutmuştum. Unutmuş olmamı istemişti belki de… Ama şimdi geri dönmüştü.
O gece sabaha kadar kıpırdayamadım. Göz kapaklarım titredi, vücudumun her bir hücresi buz kesmişti. Ancak gün ışığı odaya sızdığında, karabasan yok olmuştu. Ter içinde kalmış bir halde doğruldum ve yatağımdan fırladım. Bu sadece bir kabus olamazdı. Çok gerçekçiydi. İçimde bir şeylerin yanlış olduğu hissi hâlâ devam ediyordu.
Ertesi gece korkarak yatağa girdim. Uyuyakaldığımda her şey normale dönmüş gibiydi. Ama sabaha karşı tekrar aynı ağırlık çöktü üzerime. Karabasan yine oradaydı. Bu defa daha net görebiliyordum. Boynundan sarkan paslı bir zincir vardı. Uzun, kemiksi parmakları boğazıma uzandı. Çırpınarak nefes almaya çalıştım. “Beni hatırladın mı?” diye fısıldadı bir kez daha.
O günden sonra her gece geldi. Gecelerim, onun korkunç varlığıyla işkenceye dönüştü. Giderek daha çok güçleniyordu. Artık sadece geceleri değil, gündüzleri de varlığını hissediyordum. Gölgeler hareket ediyor, aynalara baktığımda karanlık bir siluet arkamda beliriyordu.
Bunu sona erdirmek için araştırmalar yapmaya başladım. Karabasanlarla ilgili her şeyi okudum. Onlardan kurtulmanın yollarını aradım. Bir hocaya danıştım, bana eski bir dualar kitabı verdi ve odama tuz serperek bir çember yapmamı söyledi. O gece çemberin içinde yattım, ama karabasan daha da öfkelenmiş gibiydi. Çemberin dışında dolaşıyor, tıslayarak fısıldıyordu: “Beni unutamazsın…”
O günden sonra her şey daha kötüye gitti. Uyuyamıyor, yemek yiyemiyor, hatta gerçeklikten kopuyordum. İnsanlarla konuştuğumda bile gözlerinin arkasında karanlık figürler gördüğümü sanıyordum. O artık sadece bir rüya değildi, benimle yaşamaya başlamıştı.
Ve bu gece... Bu gece son gecem olabilir. Artık uyumaktan korkmuyorum. Çünkü biliyorum, uyandığımda ya ben burada olmayacağım... ya da o benimle gelecek
karanligin, golgesi, karabasan, hikaye
0 yorum:
Yorum Gönder